Dördüncü Bundschuh gizli eyleminin Karaorman'da bastırıldığı dönemde, Luther, Wittenberg'de, tüm zümreleri kendi burgacında sürükleyecek ve tüm ülkeyi adamakıllı sarsacak olan hareketin işaretini verdi. Thüringen'li Augustin'in[32] savları, bir barut fıçısına düşen yıldırım etkisi yaptı. Bu savlar, daha ilk anda, burjuvaların olduğu gibi şövalyelerin, halktan kimselerin olduğu gibi köylülerin, aşağı düzeydeki din adamlarının olduğu gibi bağımsızlık isteyen prenslerin, bilgin ve yergicilerin yazınsal muhalefeti gibi gizli mistik tarikatların de çok sayıdaki ve çelişik özlemlerine, bütün bu öğelerin, yöresinde şaşırtıcı bir hızlılıkla toplandıkları ortak bir genel ifade verdiler. Tüm muhalefet öğelerinin bu ansızın oluşan bağlaşması, süresi ne kadar kısa olursa olsun, hareketin engin gücünü birdenbire ortaya çıkardı, ve onu bir o kadar hızlı bir biçimde ilerletti.
Ama, işte asıl hareketin bu hızlı ilerlemesi, çok geçmeden hareketin içinde saklanan ayrılık tohumlarını geliştirecek, ve, en azından, kaynaşan yığının, toplumsal durumları bakımından birbirine doğrudan doğruya karşıt çeşitli öğelerini birbirinden ayıracak ve onları normal düşmanlık konumlarına getirecekti. Karmakarışık muhalefet yığınının bu iki çekim merkezi yöresindeki kutuplaşması, kendini reform hareketinin başından itibaren gösterdi: soylular ve burjuvalar, kayıtsız şartsız Luther yöresinde toplandılar; köylüler ile halktan kişiler ise, henüz Luther'de dolaysız bir düşman görmemekle birlikte, eskiden de olduğu gibi, bağımsız bir devrimci muhalefet partisi oluşturmaya devam ettiler. Tek ayrım, hareketin şimdi, Luther'den önceki harekete göre, çok daha genel, çok daha derin olması oldu; bundan da, iki parti arasında son derece açık bir karşıtlık, dolaysız bir savaşım zorunluluğu doğdu. Luther ile Münzer, tıpkı prenslerin, şövalyelerin ve kentlerin büyük bölümü lüterci öğelerden bileşen, ya da en azından lüterciliğe yatkın ordularının, köylü ve halk takımı çetelerini kırıp geçirmeleri gibi, basın ve kürsü yoluyla, savaştılar.
Soyluluk tarafından, prensler ve din adamları karşısında, kendi istemlerini üste çıkarmak için, daha Köylüler Savaşından önce yapılmış bulunan girişim, reformu kabul eden çeşitli öğelerin çıkar ve özlemlerinin birbirinden ne ölçüde ayrıldıklarını çok iyi gösterir.
Alman soyluluğunun 16. yüzyıl başındaki durumunun ne olduğunu daha önce yukarda gördük. Bu soyluluk, güçleri günden güne büyüyen laik prensler ile kilise prensleri yararına, bağımsızlığını yitirme noktasında bulunuyordu. Kendisi battıkça, aynı zamanda, imparatorluk gücünün sonuna yaklaştığını, ve imparatorluğun kendisinin, büyük bir sayıdaki egemen prenslikler biçimine dağıldığını da görüyordu. Kendi sonu, ona göre, ulus olarak Almanya'nın sonu ile düşümdeş olacaktı. Buna, soyluluğun, hele imparatorluk soyluluğunun, prensler karşısındaki toplumsal konumu ile olduğu kadar, askeri anıklığı ile de, imparatorluğu ve imparatorluk gücünü temsil eden sınıf olduğu olgusu ekleniyordu. Bu soyluluk, en ulusal zümreyi oluşturuyordu, ve imparatorluk iktidarı ne kadar güçlü, prensler ne kadar güçsüz ve az idiyse!er, Almanya o kadar birleşik ve soyluluk o kadar güç sahibi demekti. Şövalyeliğin, Almanya'nın icler acısı siyasal durumu yüzünden, imparatorluğun, imparatorluk hanedanı, kalıtım yoluyla, bir eyaletten sonra bir başkasını Reich'a bağladığı ölçüde artan dış güçsüzlüğü yüzünden, yabancı devletlerin imparatorluk içinde çevirdikleri dolaplar ve yabancılarla bağlaşma kurmuş Alman prensleri tarafından imparatorluk gücüne karşı örgütlenen komplolar yüzünden yolaçılan genel hoşnutsuzluğu, bundandı. Bu nedenle, soyluluğun istemleri, her şeyden önce, zorunlu olarak imparatorun, prensler ve yüksek din adamları zararına bir reforma doğru yöneliyordu. Bu istemlerin bireşimine, askeri ve siyasal temsilcisi Franz Von Sickingen ile işbirliği halinde, Alman soyluluğunun teorisyeni olan Ulrich von Hutten tarafından girişildi.
Hutten, soyluluk tarafından istenen kendi imparatorluk reformunu çok radikal bir biçimde tasarlayıp çok açık bir biçimde formüle etti. En azından, tüm prenslerin ortadan kaldırılması, tüm kilise mallarının laikleştirilmesi, en iyi günlerindeki müteveffa Polonya Cumhuriyeti tarzında, başında bir hükümdar bulunan aristokratik bir demokrasinin kurulması söz konusuydu. Hutten ile Sickingen, en iyisinden asker bir sınıf olan soyluluğun egemeliğinin yeniden kurulması, parçalara ayrılmanın temsilcileri olan prenslerin ortadan kaldırılması sayesinde, rahiplerin gücünün ve Roma'nın Almanya üzerindeki tinsel egemenliğinin yıkılması sayesinde, imparatorluğa birliğini, bağımsızlık ve gücünü yeniden kazandirabileceklerini sanıyorlardı.
Polonya'da, ve biraz değişik bir biçimde fethin ilk yüzyıllarındaki Cermen krallıklarında varolduğu biçimiyle, serfliğe dayanan aristokratik demokrasi, en ilkel toplum biçimlerinden biridir, ve çok doğal olarak, çok daha yüksek bir evre oluşturarı feodal aşama sırasına doğru evrimlenecektir. Öyleyse, bu saf aristokratik demokrasi, 16. yüzyıl Almanya'sında olanaksızdı. Şu ilk nedenden ötürü olanaksızdı ki, Almanya, o çağda, büyük ve güçlü kentler içeriyordu. Ama, öte yandan, küçük soyluluk ile kentlerin, İngiltere'de feodal krallığın, burjuva anayasal bir krallık durumuna dönüşmesi sonucunu veren bağlaşması da olanaksızdı. Küçük soyluluk, İngiltere'de, 28 aile dışında, İki-Gül Savaşı[33] tarafından tamamen yok edilip, burjuva köken ve burjuva eğilimli yeni bir soyluluk tarafından değiştirildiği halde, Almanya'da varlığını sürdürmüştü. Serflik, İngiltere'de ortadan tamamen kalkmış, ve soyluluk, toprak rantı gibi burjuva bir gelire sahip basit toprak sahiplerinden bileşmiş olduğu halde, serflik Almanya'da varlığını sürdürüyor, ve soyluluk, feodal gelirlere sahip bulunuyordu. Son olarak salt krallığın, soyluluk ile burjuvazi arasındaki bağdaşmazlık sonucu, Fransa'da Louis XI'den beri varolan ve gitgide gelişen merkezleşmesi de Almanya'da olanaksızdı; şu basit nedenle ki, ulusal merkezleşme koşulları Almanya'da ya yoktu, ya da ancak tohum halinde vardı.
Hutten, bu koşullar içinde, ülküsünü gerçekleştirmek için ne kadar çabalıyorsa, o kadar ödün verme zorunda kalıyor, ve giriştiği imparatorluk reformunun çizgileri de o kadar belirsizleşiyordu. Soyluluk, bu girişimi tek başına gerçekleştirmek için, yeteri kadar güçlü değildi, ve bu durum, onun prensler karşısındaki artan gücsüzlüğünü tanıtlıyordu. Kendine bağlaşıklar bulma zorundaydı, ve tek olanaklı bağlaşıkları da, İzentler, köylüler ve reform hareketinin etkin teorisyenleri idiler. Ne var ki, kentler, soyluluğu, ona hiç mi hiç güvenemeyecek ve onunla her türlü bağlaşmayı iteleyecek kadar iyi tanıyorlardı. Köylüler, kendilerini sömüren ve onlara kötü davranan soylulukta, haklı olarak, en zorlu düşmanlarını görüyorlardı. Ve reform teorisyenleri de, ya burjuvalar ile prenslerden, ya da köylülerden yana idiler. Gerçekten, soyluluk tarafından burjuvalar ile köylülere önerilen ve başlıca ereği soyluluğun pekiştirilmesi olan imparatorluk reformu, olumlu olarak ne vaadedebilirdi? Bu koşullar içinde, Hutten için, propaganda yazılarında, soyluluğun, kentlerin ve köylülerin gelecekteki karşılıklı durumları üzerinde ya çok az bir şey söylemek, ya da hiç bir şey söylememek, bütün kötülüğü prenslerin, rahiplerin ve Roma egemenliğinin üstüne atmak, ve burjuvaları, çıkarlarının onlara, prensler ile soyluluk arasında patlak vermesi yakın savaşımda, en azından tarafsız bir tutum izlemelerini buyurduğunu inandırmaya çalışmaktan başka bir çıkar yol yoktu. Serflik ile soyluluğun köylüler üzerine çöktürdüğü yükümlülüklerin kaldırılması, Hutten'de hiç bir yerde söz konusu edilmez.
Alman soyluluğunun köylüler karşısındaki konumu, o çağda, tastamam Polonya soyluluğunun 1830-1846 ayaklanmalarında kendi köylüleri karşısındaki konumunun tıpkısıydı. Tıpkı modern Polonya ayaklanmalarındaki gibi o zaman Almanya'da hareket, ancak tüm muhalefet partilerinin, ve özellikle de soyluluk ile köylülerin bağlaşması koşuluyla olanaklı idi. Ama, işte bu bağlaşma, her iki durumda da, olanaksız idi. Soyluluk, köylüler karşısındaki siyasal ayrıcalık ve feodal haklarından vazgeçme bakımından, devrimci köylülerin, soyluluk ile, yani kendilerini en çok ezen sınıf ile, çok genel ve belirsiz erekler için bir bağlaşma yapmayı kabul etmeye hazır olduklarından daha büyük bir zorunluluk içinde bulunmuyorlardı. Tıpkı 1830'da Polonya'da olduğu gibi, soyluluk, 1522 Almanyasında, artık köylüleri kendine kazanamazdı. Köylüleri soylulara, ancak ve ancak, serfliğin ve uyrukluğun tamamen kaldırılması, soyluluğun tüm ayrıcalıklarından vazgeçmesi birleştirebilirdi. Ama soyluluğun, her ayrıcalıklı sınıf gibi, ayrıcalıklarından, tüm ayrık durumundan ve gelirlerinin en büyük bölümünden gönül rızası ile vazgeçmek için en küçük bir isteği yoktu.
Bu nedenle, savaşım patlak verdigi zaman, soyluluk, prenslerin karşısında, kendini yalnız buldu. Öyleyse, iki yüzyıldan beri soyluluğa karşı durmadan alan kazanmış bulunan prenslerin, bu kez de onları kolayca ezecekleri önceden kestirilebilirdi.
Savaşımın nasıl olup bittiği bilinir. Orta Almanya soyluluğunun siyasal ve askeri önderi olarak artık ün kazanmış bulunan Sickingen ile Hutten, 1522'de, Landau'da, altı yıllık bir süre için, sözümona savunucu bir erekle, bir Rehanya, Suab ve Frankonya soyluluğu birliği kurdular. Kısmen kendi olanakları, kısmen dolaylardaki şövalyelerin yardımı ile, Frankonya, Ren'in asağı yatak bölgeleri, Hollanda ve Vestefalya'daki takviyeleri silah altına alan Sickingen bir ordu topladı, ve Eylül 1522'de, Trier (Tréves) seçici-başpiskoposuna bir saldırı ile, çatışmaları başlattı. Ama, Trier'i kuşattığı sırada, prenslerin hızlı bir müdahalesi ile, takviyelerinin yolu kesildi. Hessen landgravı ile Pfalz (Palatinat) seçicisi, Trier başpiskoposunun yardımına koştular, ve Sickingen, Landstuhl müstahkem şatosuna sığınma zorunda kaldı. Hutten ve öbür dostlarının tüm çabalarına karşın, prenslerin hızlı ve uyumlu eylemi karşısında gözü korkan bağlaşık soyluluk, onu yazgısı ile başbaşa bıraktı. O da ağır bir yara aldı, Landstuhl'u teslim etti ve hemen sonra da öldü. Hutten ise İsviçre'ye kaçmak zorunda kaldı ve birkaç ay sonra, Zürih gölü üzerindeki Ufnau adasında öldü.
Bu bozgun ve iki önderinin öiümü üzerine, prenslerin bağımsız kolu olarak soyluluğun gücü, kırıldı. Bu tarihten sonra, soyluluk artık sadece prenslerin hizmetinde ve onların yönetimi altında hareket etti. Hemen bunun üzerine patlak veren köylüler savaşı, soyluluğu, prenslerin korunumu altına, dolaysız ya da dolaylı bir b!çimde, daha da çok girmeye zorladı, ve aynı zamanda, Alman soyluluğunun, prensleri ve rahipleri, kurtulmuş köylüler ile açık bir bağlaşma aracıyla devirmektense, prenslerin egemenliği altında köylüleri sömürmeye devam etmeyi yeğ tuttuğunu gösterdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.