Geismaier'in Venedik topraklarına çekilişi, Köylüler Savaşının sen perdesini indirdi. Köylüler her yerde yeni baştan, din adamı, soylu ya da ayrıcalıklı efendilerinin egemenliği altına girmişti. Eski yükümlülükler, yenenlerin yenilenlere zorla kabul ettirdikleri büyük kurtulmalıklar yüzünden daha da ağırlaştılar. Alman halkının en ulu devrimci girişimi, utanç verici bir bozgun ve bir anda iki katına çıkan bir baskı ile sona erdi. Ama gene de, zamanla, köylülüğün durumu, ayaklanmanın bastırılması ile daha da kötüleşmiş olmadı. Soyluluk, prensler ve rahipler, ürün iyi olsun, kötü olsun, köylülerden çekip alabilecekleri her şeyi, daha savaştan önce çekip alıyorlardı. O çağın Alman köylüsünün, modern proleter ile şu ortak yanı vardı ki, emek ürününden aldığı pay, yaşaması ve köylü soyunun yeniden üretimi için zorunlu en az geçim araçlarına indirgeniyordu. Genel olarak, onlardan daha çoğu alınamazdı. Gerçi, hali-vakti yerinde çok sayıda orta köylü tamamen yıkıma uğramış, büyük bir sayıda angaryalı, serfliğe düşmüş, koskoca ortaklaşa topraklar bölgeleri prensler tarafından zorla alınmış, birçok köylü, evlerinin yakılıp yıkılması ve tarlalarının kırılıp geçirilmesi sonucu olduğu gibi, genel düzensizlik sonucu da, serserilik ya da kentlerin halk tabakası (plèbe) içine atılmıştı. Ama savaşlar ve kırıp dökmeler o çağda günlük olaylardandı ve, genel olarak, köylü sınıfının durumu, vergilerin artırılması ile sürekli biçimde daha da kötüleştirilemeyecek kadar sefildi. Daha sonra patlak veren din savaşları, ve son olarak Otuz Yıl Savaşı, yakıp yıkmaları ve yoğun yinelemeli nüfussuzlaştırmaları (dépopulation) ile, köylüleri, Köylüler Savaşından çok daha sert bir biçimde sarsmışlardır. Özellikle, Otuz Yıl Savaşı, tarımda kullanılan üretici güçlerin çok büyük bir bölümünü yok etmiş, ve böylece uzun zaman için, ve çok sayıda kentin yakılıp yıkılması sonucu, yıkıma uğrayan köylüleri, halk takımını ve burjuvaları, en korkunç sefalet içine, gerçek bir İrlanda köylüsü sefaleti içine atmıştır.
Köylüler Savaşının sonuçlarından en çok acı çekenler, din adamları sınıfı (clergé) oldu. Manastırlar ateşe verilmiş, değerli eşyaları yağmalanmış, ya yabancılara satılmış, ya da eritilmişlerdi; yedeklikleri yenilip yutulmuştu. Her yerde en az direnç gösterenler bunlardır, ve halk nefreti en çok bunlar üzerine çökmüştür. Öbür zümreler, prensler, soyluluk ve kentler burjuvazisi, nefret ettikleri yüksek aşamalı papazların kurbanı oldukları felaketlere gizliden gizliye seviniyorlardı bile. Köylüler Savaşı, kilise mallarının köylüler yararına laikleştirilmesini popüler kılmıştı. Layik prensler ile kentlerin bir bölümü, bu laikleştirmeyi kendi yararlarına gerçekleştirme işine koyuldular, ve kısa zamanda, protestan ilkelerde, yüksek din adamlarının yurtlukları (domaine) prensler ile kentler ayrıcalıklılarının eline geçti. Kilise prenslerinin egemenliği de adamakıllı sarsılmıştı, ve laik prensler, halk nefretini bu yönde sömürme konusunda anlaştılar. Fulda baspapazının, metbu (suzerain) sınıfından (rang), Philippe von Hessen'in bağımlısı (vassal) sınıfına nasıl dönüştüğünü gördük. Kempten kenti de, rahip-prensi, bir dizi önemli ayrıcalığı kendisine sudan ucuz bir fiyatla satmaya, işte böyle zorladı.
Soyluluk da çok acı çekmişti. Şatolarının çoğu yakılıp yıkılmış, bazı büyük aileler yıkıma uğramış ve artık ancak prenslerin hizmetine girerek yaşayabilecek bir duruma düşmüşlerdi. Köylüler karşısındaki güçsüzlüğü ortaya çıkmıştı: Soyluluk her yerde yenilmiş ve teslim bayrağını çekme zorunda kalmıştı. Onu sadece prenslerin orduları kurtarmıştı. Doğrudan doğruya imparatora bağımlı bir zümre olma önemini gitgide yitirecek, ve prenslerin egemenliği altına düşecekti.
Kentler de, genellikle, Köylüler Savaşından hiç bir yarar sağlamamışlardı. Ayrıcalıkların egemenliği hemen her yerde pekişti. Burjuvazinin bu egemenliğe karşı muhalefeti uzun zaman için kırıldı. Ticaret ve sanayii her yandan engelleyen eski ayrıcalıklı göreneği (routine), böylece Fransız Devrimine kadar sürüklenip gitmeye devam etti. Burjuva ya da halkçı partinin, savaşım sırasında kentlerde kazandığı gecici başarılardan, prensler, ilkin kentleri sorumlu tuttular. Daha önce prenslerin yurtlukları içinde bulunan kentler, ağır vergiler ödemek zorunda kaldılar, ayrıcalıklarından yoksun bırakıldılar ve savunmasız bir biçimde prenslerin açgözlü keyfi yönetimi altına sokuldular (Frankenhausen, Arnstadt, Schmalkalden, Wurzbourg, vb.). İmparatorluk kentleri ya prens yurtluklarına katıldı (Mulhausen), ya da Frankonya'daki birçok imparatorluk kentinde olduğu gibi, komşu prenslerin moral egemenliği altına konuldular.
Bu koşullarda, Köylüler Savaşından tek kazananlar prensler oldu. Almanya'nın sınai, tecimsel ve tarımsal gelişme yetersizliğinin, Almanların ulus halinde her türlü merkezleşmesini nasıl olanaksız kıldığını, nasıl sadece yerel ve bölgesel bir merkezleşmeye izin verdiğini, ve sonuç olarak, dağınıklık içindeki bu merkezleşmenin temsilcileri olan prenslerin, nasıl varolan toplumsal ve siyasal ilişkilerdeki her değişiklikten yarar sağlayacak tek zümreyi oluşturduklarını, bu yapıtın başında, daha önce gördük. O çağdaki Almanya'nın gelişme derecesi öylesine düşük, ve öte yandan, çeşitli eyaletlerde birbirinden öylesine farklı idi ki, bu laik prensliklerin yanısıra, kilise prenslikleri, kent cumhuriyetleri ve egemen kont ve baronlar da varlıklarını sürdürebiliyorlardı. Ama, aynı zamanda, Almanya, çok yavaş ve çok gevşek bir biçimde de olsa, bölgesel (provinciale) bir merkezleşmeye, yani varlıklarını hâlâ sürdüren imparatorluk kentlerinin, prenslere bağımlı bir duruma gelmelerine doğru da yöneliyordu. Bu nedenle, Köylüler Savaşından, sadece prensler herhangi bir yarar sağlayabilirlerdi. Olan da budur. Onlar bu içten, rakipleri olan din adamları sınıfı, soyluluk ve kentlerin savaştan güçsüz çıkmaları sonucu, sadece görece değil, ama bütün öbür zümrelerin büyük kazançlarını (baş ganimet) ellerine geçirmeleri anlamında, mutlak bir yarar da sağladılar. Kilise malları onlar yararına laikleştirildi. Soyluluğun, yarı yarıya ya da tamamen yıkıma uğramış bir bölümü, yavaş yavaş onların egemenliği altına girme zorunda kaldı. Kentlere ve köylere yüklenen savaş vergileri parası, onların, birçok belediye ayrıcalıklarının kaldırılması sonucu mali işlemleri için zaten çok büyük bir hareket özgürlüğü kazanan hazine kasalarına aktı.
Köylüler Savaşı, başlıca başarısızlık nedenlerinden biri olan Almanya'nın bölünme durumunu daha da artırmak ve berkitmekten başka bir şey yapmadı.
Almanya'nın, nasıl sadece birbirine hemen tamamen yabancı çok sayıda bağımsız eyalet halinde bölünmüş olmakla kalmayıp, ayrıca ulusun, bu eyaletlerden herbirinde, nasıl bir zümreler ve zümre bölüntüleri karmaşık aşama-sırası halinde bölünmüş bulunduğunu da gördük. Prensler ve rahipler dışında, kırda soyluluk ve köylüler, kentlerde ayrıcalıklılar, burjuvalar ve halktan kimselerle, çıkarları, içiçe geçmedikleri zaman, birbirine tamamen yabancı olan, hatta birbiri ile çelişen zümrelerle karşılaşıyoruz. Bütün bu karmaşık çıkarların üstünde, bir de imparatorun ve papanın çıkarları vardı. Bu çeşitli çıkarların, eninde sonunda, kabaca, yerine göre eksik ve değişken bir biçimde, nasıl üç grup halinde bölündüğünü, bu kümelenmeye karşın, nasıl her zümrenin, ulusal gelişmeye çağın koşulları tarafından verilen yöne karşı çıktığını, bağımsız bir biçimde davrandığını, böylece sadece tüm tutucu öğelerle değil, ama tüm öbür muhalefet öğeleri ile de çatışmaya girdiğini ve sonunda bu savaşımda yenik düşeceğini gördük. Sickingen ayaklanmasında soyluluğun, Köylüler Savaşında köylülüğün, ve çekingen reform hareketinde de burjuvazinin durumu bu oldu. Almanya'nın çoğu bölgelerinde, köylüler ile halktan kimseler, böylece ortak bir eyleme varamadılar ve karşılıklı olarak birbirlerini engellediler. Sınıflar savaşımındaki bu dağılmayı belirleyen nedenlerin neler olduklarını, devrimci hareketin tam başarısızlığını ve burjuva hareketin yarı-başarısızlığını da gördük.
Yerel ve bölgesel dağılma ile bunun zorunlu sonucu olan yerel ve bölgesel dargörüşlülüğün hareketi nasıl yıkıma uğrattıklarını; eşgüdümlü genel bir eylemi yürütmeyi, nasıl, ne burjuvaların, ne köylülerin, rie de halk takımının başarabildiğini; köylülerin her eyalette nasıl bağımsız olarak davrandıklarını, komşu bölgelerdeki isyanci köylülerin yardımına gitmeyi nasıl hep reddettiklerini, ve böylece, tek tek çatışmalarda, sayısal gücü çoğu kez isyancı köylülerin onda birini bile bulmayan ordular tarafından birbiri ardına nasıl yokedildiklerini, yukarda anlatılanlara göre, şimdi herkes anlayacaktır. Çeşitli çetelerin, düşmanları ile yaptıkları ayrı ayrı birçok bırakışma ve anlaşmalar, ortak dava karşısında birer ihanet davranışıdırlar, ve çeşitli çetelerin mümkün olan tek kümelenmesinin (groupement) temelinde kendi öz eylemlerinin azçok büyük ortaklığının değil, ama karşısında yenik düştükleri düşman ortaklığının yatması da, çeşitli eyaletler köylülerinin partikülarizm derecesinin en parlak kanıtıdır.
1848-1850 hareketi ile andırışma (analogie), burada da kendini gösterir. 1848'de de, çeşitli karşıt sınıfların çıkarları, herbiri kendisi için davrandığından, çatışma haline girdiler. Feodal ve bürokratik mutlakiyet boyunduruğuna daha uzun zaman dayanamayacak kadar çok gelişmiş bulunan burjuvazi, gene de toplumun öbür sınıflarının çıkarlarını kendi çıkarlarına hemen bağımlı kılabilmek için yeterince güçlü değildi. Burjuva dönem üzerinden hızla atlamayı umabilmek ve iktidarın hızlı bir fethine güvenebilmek için çok güçsüz olan proletarya, daha mutlakiyet döneminde, burjuva rejimin tadının ne olduğunu çok iyi öğrenmişti, ve kısacası, hatta çok kısa bir zaman için bile olsa, burjuvazinin kurtuluşunda kendi öz kurtuluşunu göremeyecek kadar çok gelişmişti. Nüfusun küçük-burjuvalar, zanaatçılar ve köylülerden olusan yığını, doğal bağlaşıkları tarafından, burjuvazi tarafından: daha şimdiden çok devrimci olarak, ve kısmen de proletarya tarafından: henüz yeteri kadar ileri olmadığı için, yüzüstü bırakıldı. Ayrıca çeşitli bölüntüler halinde bölünmüş bulunan bir yığın, hiç bir şey elde edemedi ve sağ ve sol muhalefet yoldaşlarına karşı çıktı. Son olarak, yerel dargörüşlülüğe gelince, bu, 1525 yılında, köylülerde, 1848 hareketine katılan tüm sınıflarda olduğundan daha büyük olmuş olamazdı. Kendilerinden daha büyük bir dirençle karşılaşmayan bir o kadar tepkiyle izlenen yüz yerel devrim, küçük devletlerin yerli yerinde tutulması, yeteri kadar açık bir dil konuşurlar. 1525 ve 1848 yıllarındaki iki Alman devriminden ve bu devrimlerin elde ettikleri sonuçlardan sonra, hâlâ federatif cumhuriyet üzerinde saçma sapan konuşabilen birinin yeri, tımarhanedir.
Ama iki devrim, 16. yüzyılın devrimi ile 1848-1850'nin devrimi, tüm benzerliklerine karşın, gene de birbirinden adamakıllı farklıdırlar. 1848 devrimi, eğer Almanya'nın ilerlemesini değilse, en azından Avrupa'nın ilerlemesini tanıtlar.
1525 devriminden kim yararlandı? Prensler . 1848 devriminden kim yararlandı? Büyük Hükümdarlar : Avusturya ve Prusya. 1525'in küçük prenslerinin arkasında, onlara vergi ödenmesi ile bağımlı küçük-burjuvalar vardı. 1850'nin büyük prenslerinin ardında, Avusturya ve Prusya'nın ardında ise, devlet borcu aracıyla bunları çarçabuk kendilerine bağımlı kılan modern büyük burjuvalar var. Ve büyük burjuvaların arkasında da, proleterler.
1525 devrimi, yerel bir Alman sorunu oldu. Almanlar kendi köylüler savaşını, yaparlarken, İngilizler, Fransızlar, Çekler, Macarlar, kendilerininkileri çoktan yapmış bulunuyorlardı. Eğer Almanya bölünmüş idiyse, Avrupa daha da bölünmüş idi. 1848 devrimi yerel bir Alman sorunu olmadı, büyük bir Avrupa hareketinin bir parçası oldu. Bu devrimin itici nedenleri, bütün oluşması boyunca, sadece bir ülkenin, hatta sadece bir kıtanın dar çerçevesi içinde yer almadı. Hatta bu devrimin gerçek savaş alanı olan ülkelerin, onun ortaya çıkmasına en az katılan ülkeler oldukları bile söylenebilir. Bu ülkeler, şimdi bütün dünyanın katıldığı bir hareket, gerçi kendi öz hareketlerimizden başka bir şey olmasa da, güncel toplumsal koşullar içinde, bize yabanci bir güç gibi görünen bir hareket içinde dönüşmüş bulunan azçok bilinçli ve edilgen hammaddelerden başka bir şey değildirler. Bu nedenle, 1848-1850 devrimi, 1525 devrimi gibi sonuçlanamaz.
1850 Yazında
Engels tarafından yazılmıştır.
İlk kez, Neue Rheinische Zeitung, n° 5 ve 6'da yayınlanmıştır
(Türkçesi, "Almanya'da Burjuva Demokratik Devrim", s: 13-148, Sol Yay., Kasım 1975)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.